Nevi şahsına münhasır tavrı, müziği ve ürettiği içeriklerle sürekli radarımızda olan Paptircem kayitdisi.co’da!

Geçtiğimiz günlerde Kaan Arslan ile yaptığı düet çalışmaları Sen Sorma’yı yayınlayan Paptircem ile hayatı ve kariyeriyle alakalı seçimlerinden, çalışma yöntemine; cover projelerinden, yakın gelecekteki planlarına kadar merak ettiklerimiz hakkında söyleştik. Yol boyunca yaşadığı bütün iniş-çıkışların, bütün denemelerin sonunda iç sesini dinlediğini söyleyen sanatçı, “Her insan bulunduğu yerde ‘Aslında buraya ait değilim’ hissini yaşıyor, bazen biriyleyken, bazen bir toplulukta, bazen de bir işte. Kesinlikle dinlememiz gereken en önemli şey, bu iç ses.” diyor.

Müzik eğitiminiz 9-10 yaşlarında başlamasına rağmen üniversitede müzikle ilgili bir bölümden ilerlemek yerine psikoloji ve felsefe okudunuz. Bunun sebebi ülkedeki “müzisyenler para kazanamaz, önce kendini garantiye al” algısından mı kaynaklı?

Benim böyle bir algıya sahip olmamdan değil tam olarak aslında; bunun bir seçenek olabileceğini hiç deneyimleme fırsatı bulmamış -ve onların geçmişinden dolayı haklı olarak- garantici ailelerimizin algısının mutlaka yadsınamayacak bir etkisi vardır. Onları anlayabiliyorum çünkü küçükken konservatuarda eğitim alırken, ben bile bunun bir seçenek olabileceğini hiç tahmin etmemiştim. Dolayısıyla hep müziği bir “altın bilezik” olarak hayatımda tuttum. Belki yeterince yönlendirilmediğim için belki de yalnızca benim bilgi eksikliğimden. Ta ki, beyaz yaka hayatını deneyimleyene kadar. 🙂 Kabus gibi bir deneyimdi benim için, insanlar “Alışırsın, ağlama.” dedi hatta. Sanıyorum başka bir alternatif denemek istediğimi, buna alışmak istemediğimi kabul ettiğimde denedim. Her insan bulunduğu yerde “Aslında buraya ait değilim” hissini yaşıyor, bazen biriyleyken, bazen bir toplulukta, bazen de bir işte. Kesinlikle dinlememiz gereken en önemli şey, bu iç ses.

Kariyeriniz eğitimini aldığınız bölümler üzerinden ilerlemiyor. Bu kararı nasıl aldınız peki? Daha doğrusu bu bir karar mıydı yoksa zaten hayatınızın akışı hep müzikle devam ettiği için böyle olmasından başka bir seçenek yok muydu?

Bu bir karar değildi, bu bir serzenişti aslında. Ben iki bölümden mezun olduktan sonra mezun olan herkeste olduğu gibi, “Ne yapacağım?” depresyonuna giriverdim kontrolsüzce. Bu süreçte de farklı şeyler denemeye çalıştım, farklı farklı stajlar, seyahatler, Twitch yayınları, akademi düşünceleri, kurguculuk… Şimdi düşününce o kadar çok çarpmışım ki bir yerlere; iyi ki de denemişim hepsini. İlk soruda bahsettiğim bu iç sesim beni hep dürtüp duruyordu, “Tam bu değil, bana daha uygun bir seçenek mutlaka yaratabilirim”. O dönemde WhatsApp üzerinden arkadaşlarıma -şu an beni tanıdığınız videoların- yalnızca ses kayıtlarını atıyordum, gülmek için bir aracıydı sadece. Kendi aramızda minik grup içi şakalardı aslında bu ses kayıtları. Ardından bir arkadaşımın, bunu sosyal medyada paylaşmalısın cümlesiyle birlikte (hiç inanmayarak) Twitter’a Hurda Man’i koydum. Bu kadar insanın paylaşması inanılmaz, hala düşündükçe çok garip buluyorum. Ben sadece müzisyen arkadaşlarım güler diye düşünmüştüm. 🙂

mor ve ötesi, Büyük Ev Ablukada gibi grupların parçalarını cover’ladınız. Onlardan gelen tepkiler nasıl oldu? Bunun için daha önce kendileriyle iletişime geçmiş miydiniz?

Fikrin oluşma sürecinde, yalnızca evde çalıp söyleme aşamasında, Harun Abi’ye ve Bartu’ya ulaşmıştım. İkisiyle zaten takipleşiyordum, Bartu’yla da ufak da olsa muhabbetim vardı. Ama Harun Abi ile daha önce hiç konuşmamıştık. İkisine fikrimden bahsettim. Kendileri de inanılmaz bir destekle bunları yayınlamam için bana hem izin hem de cesaret verdiler. İkisi de beni ben yapan eserlere imza atmış insanlar, hem de bu destekleri sayesinde gerçek bene daha yakın olduğumu hissediyorum. Evolution of mor ve ötesi işi, belki de ekibe tüm geçmişime kocaman bir saygı duruşu niteliğinde, hiç unutamayacağım bir süreçti. Olanla Olunmaz cover’ı ise, benim asıl hayalime başlamamdaki ilk adım. Ve tamamen Büyük Ev Ablukada’nın bana güvenmesi ve paylaşmam için bana destek olmalarıyla mümkün oldu. Spotify hesabımı ilk açan şarkıdır o da. Ne mutlu, ne büyük gurur.

Müzik üretiminize katkı sağlayan seslere, enstrümanlara ve şarkılara nasıl karar veriyorsunuz?

Tabii ki sevdiğim sanatçıları dinlemek en büyük etkiye sahip olan karar mercii bu zamana kadar. Sonuçta sizin nelere meraklı olduğunuzu, kimlerle çalmak istediğinize bile küçüklükten beri dinlediğimiz şeyler karar veriyor. Bunun üzerine sevgili hocam Tarkan Gözübüyük’ün prodüksiyon dersinde bize söylediği inanılmaz önemli başka bir konuya geliyoruz: “Elinizde ne varsa, onu kullanın.” Onlar bizi biz yapan şeyler. 

Buna en güzel örnek; ilk teklimiz Son Bir Defa‘nın aranjmanına çalışırken, şarkının altına dokulu bir ses arıyorduk; uzun uzun giden, ama sıradan olmayan, sürekli dinamik ve canlı hissettiren ama rol de çalmayan… Galiba günlerce plug-inlerin arasında kaybolmuştuk. 🙂 Sonra Tarkan Hoca’nın söylediği aklıma geldi: “Elinizdekilere odaklanın.” 

Ben yıllarca Boğaziçi Caz Korosu‘nda şarkı söylemiştim. Prodüktörüm Kaan da öyle. Birlikte en sevdiğimiz şey koro yazmak, çok sesli müzik dinlemekti. Tarkan Hoca’nın bu sözüyle hemen Kaan’ın yanına gittim. “Boş ver uzun ses aramayı, koro kaydediyoruz.” dedim. Ve o gece ihtiyacımız olan her şey bitmişti. 

Aslında özetle, neyi yapmak istediğin her zaman gözünün önünde oluyor. Tabii ki başka sanatçıların imkanları ve tercihleri her zaman bize ilham vermeye devam edecek. Ama sanatın en güzel tarafı da bunları kendi perspektifinde nasıl eritebildiğin.

Yaptığınız videolarla insanların eğlenceli dakikalar geçirmesini sağlıyor, onları motive ediyorsunuz. Peki sizi eğlendiren, motive eden şeyler neler?

Eğlendirenin ne olduğunu anlatabilirim de, motive eden şeyi hala anlamakta zorlanıyorum 🙂 Bazen aylarca oturup bir şey yapmadığım, bazen bir gün içinde 180 derece dönüp sadece yeni şeyler denemek istediğim garip bir gaz yaşıyorum. Bipolar gibi tınlasa da öyle değil (umarım). Bu sanki, toplumun üretmediğimizde değersizmişiz gibi hissettirme etkisi. O yüzden motivasyonum da yalnızca beni eğlendiren şeylerden geliyor. Bazen üreticilerin atladığı konu, üretimimizi etkileyen şeylerin HEPSİNİN, bizim mesai saatlerimize ait olduğu. Bunu ben de çok yeni fark  ettim. Aslında “Bugün bomboş geçti.” dediğimiz ama o süreçte izlediğimiz dizi bölümleri, replikler, şarkılar, bir yemeğin kokusu, evi temizlemek, eski bir arkadaşla içtiğimiz bir kahve… Hepsi bir sonraki ürünümüzde izlerini barındırıyor. Dolayısıyla bizim mesaimiz yok ama aslında her an bizim mesai saatimiz. 🙂 

O yüzden son dönemde en çok ilgimi çeken şeyi söylemek gerekirse, merak ettiğim konularda -ki bu magazin draması da olabilir, sevdiğim sanatçıların biyografisi de, İtalya’nın tarihi de- YouTube’ta kaybolmak galiba. Müzisyen arkadaşlarımla evde buluşup konser izlemek, her Cuma yeni çıkan şarkıları dinlemek ve onları yorumlamak da inanılmaz keyifli geliyor bana; kutu oyunları vs. söylemiyorum bile.

Geçtiğimiz günlerde Kaan Arslan ile birlikte Sen Sorma isimli şarkıyı yayınladınız. Funk öğeleri ağırlıkta olan bu parçada aynı zamanda 50’ye yakın insan sesi de yer alıyor. Tüm bu hazırlık sürecini sizden dinleyebilir miyiz?

Bu şarkı, benim Kaan’ın kapısına dayanıp “Böyle bir riff var, şarkı yapmamız lazım.” diye ilerledi. Ardından Kaan, ben ve canım arkadaşımız Duhan Demirci ile birlikte, ufak bir parıltıyla tüm sözleri bitiriverdik. Sürekli rol yapmak zorunda kaldığımız, kendimizi kandırdığımız günlük hayatımıza yazdığımız, nefretsiz, üşengeç bir isyan gibi aslında. 

Bu şarkı 1 yıl önce yazıldı ve bir kenarda bekledi. Sanki doğru zamanı beklermiş gibi, biz de hem yazın gelmesini, hem de kendi teklilerimizi yayınlamaya devam ettik. Doğru zaman gelince de evimize gelen her arkadaşımızdan aldığımız vokal kayıtlarını kullanarak kocaman bir cümbüş yaratmak istedik.

Parçanın bir de klip çalışması var. Bu ikiliden beklediğimiz gibi eğlenceli bir klip olmuş doğrusu 🙂 Bize biraz klip sürecini anlatabilir misiniz?

Şarkımız, oynamak zorunda kaldığımız tüm bize ait olmayan rollerin üzerimizdeki yükünü omuzlarımızdan atmanın ne kadar rahatlatıcı, salaş ve tembelleştirici olduğunu göstermek istiyor, klipte de bunu amaçladık. Klip aslında küçük bir Türkiye simülasyonu; otorite, onlardan kaçıp kendine alan açmaya çalışan, hayattan keyif alanlar, meraklı gözler, beklenmedik bir anda suratına mikrofon tutan sokak röportajları, “Telefonunu çıkar!” diyen amcalar ve tüm bunların yanında, her şeyden yorulmuş, dünya yansa oturup izleyecek bir sürü genç ruh. Klipte tüm bunların ufak bir yansıması var. Mesela bir olay maalinin başında bekleyen bir Sherlock var, sevgili Canozan’ın oynadığı. Nova Norda ve Dilan Balkay, otoriteye kafa tutan hippi rolünde. 20’ye yakın arkadaş toplanıp bunu hayata geçirebildiğimiz için çok şanslı hissediyorum, özellikle de klibin tüm sürecini yöneten Dükkan Production’la tanıştığım için.

Önümüzdeki süreçte planlarınız neler? Sürpriz projeler, iş birlikleri var mı?

Son dönemin en güzel haberlerinden biri, severek oynadığım League of Legends ekibiyle yaptığımız Everything Goes On şarkısının cover’ıydı. Bu işe imzamızı katabildiğimiz için çok  mutluyum. Onun dışında Eylül ayında, İzmir severleri çok heyecanlandıracak, çok güzel bir iş gelecek ama onun sürprizini kaçırmayı hiç istemem. 🙂 

Bunun dışında, yine Eylül ortasında, sevgili Ufuk Kevser ile yaptığım yeni ve bambaşka tarzlarda bir şarkı daha gelecek. Paylaşmak için inanılmaz heyecanlıyım. Aşırı klişe şekilde de bu röportajı sonlandırayım; BİZ YAPARKEN ÇOK EĞLENDİK UMARIM SİZ DE EĞLENİRSİNİZ.