Kaçak, Gaddar gibi gruplardan tanıdığımız Övünç Dan, son olarak, solo projesi Kana Kana ile karşımızda! Kendisiyle gerçekleştirdiğimiz bu söyleşide, Gaddar’ın gelecek planları, Kana Kana‘nın geçmişi, Çikolata Müzik Fabrikası ve pandemi sonrası planları başta olmak üzere birçok konuya değindik. Olağanca keyif ve heyecan ile hazırlandığımız bu söyleşi, şimdi sizlerle! Keyifli okumalar!

Nasılsınız? Sizin ve sevdiklerinizin sağlığı iyidir, keyfiniz olabildiğince yerindedir umarım. Şu garip dönemde günleriniz nasıl geçiyor? Üretiminizde ne gibi değişiklikler oldu? 

İyiyiz ve iyi olmaya çalışıyoruz diyelim. Hemen herkes gibi ağırlıklı olarak evde kalmaya ve minimum sosyalleşmeye adapte olmuş durumdayız diyebilirim. Açıkçası ben, sosyal hayatı seven/yaşayan biri olmanın yanı sıra istikrarlı bir ev kuşu olduğum için bu kapanma durumlarında çok zorlanmadığımı itiraf etmeliyim. Hem stüdyoya yürüyerek gidebilmem hem de halihazırda bir ev stüdyosuna sahip olmam büyük lüks elbette.

Sizi, ilk kez ya Slogan Yok‘un ya da Antrenman‘ın klibinde, full-stack Marshall önünde -sanırım- Hagstrom marka gitarınızla görmüştüm. Hem grubun enerjisi hem de sizin enerjiniz aklımı uçurmuştu. Evin içerisinde o groove ile tek kişilik pogo performansımla delirdiğimi de çok berrak bir şekilde hatırlıyorum.  

Bence Kaçak her anlamda, “in-your-face” dedikleri türdendi, hem sound hem sözler hem duruş suratta patlıyordu ki, Silahlı & Tehlikeli‘nin arka kapağındaki o birkaç cümleyi bir nevi manifesto olarak görmüştüm.

Gerçekte olan nedir bilmiyorum ancak bugün Gaddar ile ürettiğiniz müzikte de bunu görüyorum ; sahneye çok çok yakışan, enerjik, suratta patlayan, bütün o “ticari”, “iktisadi” kaygıların uzağında, yüksek enerjiyle birlikte “Biz bunu istedik ve yaptık.” gibi tavır var. O kadar ki, “Hangi janr?” gibi bir soru da cevapsız -daha doğrusu önemsiz- kalıyor; “Klip mi? Tamam, telefonu alıp çekelim!” 

Daha önceki röportajlarınızdan öğrendiğimiz kadarıyla bu aslında bir tercih ve böyle olması yeterince müthiş zaten ama ileriye dönük planlarınız var mı? En son aldığımız habere göre, bir albüm üzerinde çalışıyordunuz. Albümü yakında zamanda duyabilecek miyiz? Ya da parça parça single’lar ile mi yayınlayacaksınız?

Öncelikle detaylı gözlemciliğinden etkilendiğimi itiraf etmeliyim.

Evet Kaçak zamanlarındaki o tavizsiz ve sert duruşu Gaddar’da da sürdürdüğümüz doğrudur zira ben ve Kaçak’ın kurucu gitaristi Can Çalışkan, o zamanlarki  hırçın halimizi Gaddar’a da taşımayı ihmal etmedik elbette.

Söz ettiğin imajdan, ismi Silahlı ve Tehlikeli olan bir albüm yayınlamaktan ve sıklıkla konu olan malum albüm yazısından sorumlu kişi olarak bu bir karakter meselesi diyebilirim. Ben özünde, canının istemediği  hiçbir şeyi yapmayan/yapamayan biriyim. Dolayısıyla bu da ürettiğim müziğe, yazdığım şarkılara her daim yansıyor. İnsan kendinden, kendisine dayatılanlarla mücadele edebildiği derecede memnun olabiliyor bence. Ben bu açıdan şanslı olduğumu söyleyebilirim.

Evet, Gaddar’ın neredeyse 2 albümlük şarkısı birikmiş durumda. Planımız 2021 ortalarında bir albüm yayınlamaktı ancak gerek zorlaşan çalışma koşulları gerekse yasakların prova/kayıt için bir araya gelmeyi neredeyse imkansız kılması bizi single single gitmeye sürükledi. Bu yeni planın ilk şarkısı olarak seçtiğimiz Nakit Beni Sevmiyor, 11 Haziran’da Tamar Records etiketiyle yayınlanacak. Hemen tüm gruplar gibi bizim hayalimiz de bir an önde sahnelere kavuşup kan, ter, gözyaşı ve kahkahanın birbirine karıştığı Gaddar konserlerine devam edebilmek.

Unutmadan ekleyeyim, evet Hagströmlerimi halen keyifle çalıyorum ve Gaddar için illa bir tarz seçmemi istediklerinde “keyfi metal” diyorum.

Kana Kana’ya dönmek istiyorum. Anselmo, son projesi En Minor’ı “Bu ‘parti müziği’ değil, ‘partiyi mahvet müziği'” olarak tanımlamıştı. Kana Kana bundan da öteye geçip, dinleyiciyi doğrudan, bir Demir Perde ülkesinin ya da Berlin’in dondurucu soğuğuna ışınlıyor. Size dönük, oldukça kişisel bir çıkış noktası var gibi hissediyorum. Tabi ki “Biraz da synth temelli bir müzik yapayım” diye tasarladığınızı düşünmüyorum ancak Kana Kana’nın çıkış noktasını da merak ediyorum. 2015’den çok daha önceye giden bir geçmişi var mıydı? Yoksa her şey bir anda mı oldu?

Benim önceliğim her daim şarkı yazarlığı olmuştur. Bu önceliği icra edişim ise türler, tarzlar arasında, oldukça geniş bir yelpazede gezinir. Kendi yazdığı şarkıları kendi düzenleyebilme lüksüne sahip, şanslı bir müzisyen olarak projeleri, albümleri oluştururken sadece iç sesimi dinlerim. İç sesim beni hangi tarza, enstrümana yönlendiriyorsa ona giderim ve hemen hiçbir adımım planlı olmaz. Dolayısıyla Kana Kana da bu temellerden doğmuş bir proje. Başlangıç noktam, gitar müziği denildiğinde tek geçeceğim The Cure’un gitar sound’unu yakaladığım düzenlemeler yapmaktı ancak müzik kendi yolunu bulup buralara geldi, nerelere devam edecek göreceğiz.

Memlekette -kendi gördüğüm/yaşadığım dönemden- Art Diktatör’den başlayarak sayıca az olmasına rağmen inanılmaz işler yapan Goth – Darkwave projeleri var. Ve bazılarının Türkçe sözler ile global ölçekte de ilgi çektiğini görüyoruz. Sizin Kana Kana için ileriye dönük planlarınız var mı? Bu sadece kayıt altına alınmış bir proje mi? Yoksa Kana Kana’yı canlı olarak da dinleyebilecek miyiz?

Kana Kana ile önceliğim elbette hemen herkes gibi, müziğimi sahneye taşıyabilmek. İtiraf etmeliyim ki yerli ve yabancı darkwave örneklerine çok hakim değilim, dinlediğim bir tarz olduğunu da söyleyemem. Bu yüzdendir ki Kana Kana’nın tarzını soranlara “Türkçe sözlü hafif gotik müziği” diyorum zira önceliğim pop müzik üretmek. Çizmek istediğim, içimden gelen imaj ise oldukça karanlık. İkisi birleşince bu çıkıyor.

Kana Kana’nın sanat çalışmalarına, fotoğraflarına kadar bütün bir konsepti gerçekten hayranlık uyandırıcı. Ve ilk olarak tanıtım için yolladığınız promoya sahip olamadığım için hala derin bir kıskançlık yaşıyorum. Müzik dışında, projenin özellikle görsel parçalarını oluştururken her şeyle bir şekilde ilgilendiniz mi? Bütün bu konsepte bir şekilde eliniz değdi mi?

Güzel sözlerin ve beğenin için çok teşekkür ederim. Evet, bütün imaj ve görsellerden ben sorumluyum. Planlı hareket ettiğimi söyleyemem ancak bu proje için çok net bir hissiyatım var. Bu hissi, elimden gelen her sanat kolu ile destekleyip kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Kana Kana, temelinde işitsel olduğu kadar görsel de bir proje. Keyif aldığım müziği üretirken derin sinema tutkumu tatmin etmenin de peşindeyim. 

Mesela, şu an albüm çıkışı için oldukça beğendiğim İtalyan bir yönetmenle, bir kısa filmi üzerine müthiş şeyler yapıyoruz. Neticeyi paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Çikolata Müzik Fabrikası’nda da müzik üreterek hayatınızı kazanıyorsunuz. Özellikle, jingle ve soundtrack yaparken, bir sürü başka parametrenin de devreye girdiği malum; işin parçası olan başka profesyoneller ve hatta “briefler”, istekler vs. Tabirim yanlış olmayacaksa, “ticari müzik” üretirken, ne gibi düşünce ve davranış farklılıkları yaşıyorsunuz? Sizin için, “Bir switch’i kapatıp diğerini açmak” gibi bir durum mu söz konusu? Üretim şeklinizde majör değişiklikler oluyor mu?

Jingle üretmek kesinlikle başka bir meslek kolu. Önceliğinizin, müzikal derinlik yakalamak ya da müthiş sanatsal bir eser ortaya koymak değil, konu olan markanın tanıtımında maksimum rol oynamak olduğunu unutmadığınız sürece harika zevkli bir iş. Ancak çok çok iyi müzisyen olup bu işe kalkıştığında mutsuz ve başarısız olmuş birçok kişi tanıyorum. Her zaman söylerim; her iyi müzisyen iyi bir jingle’cı olacak diye birşey yok ancak her iyi jingle’cı mutlaka iyi bir müzisyen olmak zorunda.

Ben bu bahsettiğim “markaya, ürüne hizmet ettiğini unutmamak” kısmını nispeten hızlı öğrendiğim için pek zorlanmadığımı itiraf etmeliyim. Üretim sürecinde bu majör faktörü gözünüzün önünden ayırmazsanız süreç her daim daha rahat ilerler. Briefler, istekler, revizyonlar, kaprisler ve “Ben de müzikten anlıyorum”cu insanlarla boğuşmak bu mesleğin olmazsa olmazı. Gülü seven dikenine bir şekilde katlanıyor diyelim.

Uygarlık olarak, pandemiyle beraber, global bir saçmalık içindeymişiz gibi hissediyorum. Bir yandan ısrarla can sıkıcı olsa da bir süre sonra Steel Panther’in Fuck 2020 parçasının seviyesine geldik sanırım. Her şey biraz olsun alıştığımız normale döndüğünde ilk yapacağınız şey ne olacak? Sahneyi, canlı müziği çok fazla özledik bunlar dışında başka bir istediğiniz / planınız var mı?

Malum, ülkece pandemiyle paralel ilerleyen derin bir ekonomik kriz içerisindeyiz. Şu an gezip tozamadığımız ve pek de para harcamadığımız için muhabbetiyle yetiniyoruz belki ama bir şekilde sınırlar tekrar açılıp konserler/festivaller bir bir açıklanmaya başladığında döviz kurları epey canımızı sıkacak. Buna rağmen hayata sadece bir kez geldiğimizi unutmadan ilk fırsatta kendimizi yurtdışına, bir konser ya da festivale atacağız. Eşimle ikimiz sadece bunun için çalışıyor ve yaşıyoruz, dolayısıyla bir yoluna bakacağız.

Yurtdışındaki konseri ve festivalleri yerinde takip ediyorsunuz. Janr, ülke, line-up farkı gözetmeden, “Bunu görmen gerekiyor!” dediğiniz bir festival var mı? Ya da şöyle; tek bir kurşunumuz var ve 12’den vurmak durumundayız. Tercih ne yönde olmalı?

Fransa – Hellfest derim. Yapıldığı Loire Atlantique bölgesinin muhteşemliğinden festival alanının güzelliğine, müzikal çeşitlilikten Fransız metal izleyicisinin sıcakkanlılığına, dillere destan bir festival diyebilirim.

İlginiz ve zaman ayırdığınız için tekrar teşekkür ederiz. Bütün bu olanlar bittikten sonra, bir şeyler içerek, hatta bir konser sonrasında, yüz yüze görüşme ümidini saklı tutarak, son sözü size vermek istiyoruz; eklemek istediğiniz bir şey varsa paylaşırsanız çok seviniriz!

Bu detaylı ve profesyonel sorular için esas ben teşekkür ediyorum. İlk konser karşılaşmasında ilk biralar benden diyor başarılı ve uzun ömürlü bir yayın hayatı diliyorum.