Belki onu yeraltı elektronik müzik sahnesinin ya da çağdaş Berlin’in ikonik figürü olarak biliyorsunuz; Berghain’ın kapısında, dövmeleri, piercingleri ve takılarıyla kuyruktaki insanları seçen ifadesiz bakışlı kişi olarak. İşin doğrusu bu hikayenin sadece bir kısmı. Sven Marquardt, geçmişi tüm bunlardan çok daha öncesine ‘80’lerin Doğu Berlin’in, dönemin alt/karşı kültür topluluklarına ve hatta basına, dergilere kadar uzanan, yaklaşımı ve ürettikleriyle dikkat çeken bir fotoğrafçı.
Hayatı, seçimleri ve alt kültür topluluklarına olan eğilimleri, aynı anda hem pek çok dönüşüme sahne olan hem de pek çok figüre ev sahipliği yapan Berlin’in zeitgeist’ını fotoğraf yoluyla yakalamasına fırsat verdi. Yapay ışık kullanmadan çektiği, kontrastı yüksek siyah-beyaz fotoğraflar hem döneminin belgeleri hem de alternatif hayatları tasvir eden dramatik fragmanlar olarak tüm dünyayı dolaşmaya devam ediyor.
Sven Marquardt’ın fotoğrafları, Goethe-Institut ve Yapı Kredi bomontiada iş birliğiyle, 10 Kasım – 26 Kasım 2023 tarihleri arasında gerçekleşen “NACHTBLENDE” ile ilk defa İstanbul’da olacak. -Adı üstünde- sanatçının son 25 yılının etkileyici bir retrospektifini sunan sergi, Pazartesi hariç, haftanın her günü 10:00-19:00 saatleri arasında bomontiada Galeri’de ziyarete açık olacak. Bu vesile ile melankolik ama aynı anda hem dingin hem kaotik monokrom dünyasını yakından takip ettiğimiz fotoğrafçı hakkında bir şeyler yazmak istedik.
Prenzlauer Berg – Punklar ve Fotoğraf
Duvar’ın inşasına başlanan Dikenli Tel Pazarı’ndan [orijinal adıyla Stacheldrahtsonntag’tan] birkaç ay sonra 1962 Şubat’ında Doğu Berlin’de doğan Sven Marquardt, birkaç blokluk Prenzlauer Berg çevresinde gelişen alt / karşı kültürün içinde yaşar. Görünüşü ve yaşayışı sebebiyle, Stasi tarafından “sakıncalı bulunan” fotoğrafçının, yazılanlara göre, bir dönem Mitte’ye girişi yasaklanır. Zamanın ruhundan etkilenen Sven Marquardt, Praktica marka SLR makinesi ile sahnenin bir parçası olmaya karar verir. Brit Yeni Dalgası’nın etkilerinin 80’lerde ulaştığı Prenzlauer Berg’te, punklar, alternatif hayatları tercih eden grupların ve sanatçıların bir arada olduğu bir çevrede, fotoğraf ile ilgilenmeye başlayan Marquardt, DW News’te yayınlanan “Talking Germany” programında, sunucu Peter Craven’a söylediğine göre, bilinçli olarak çektiği ilk gerçek “Marquardt fotoğrafını” 1982 yılında Dorotheenstadt Mezarlığı’nda çekmiş.
Daha sonra, DEFA’da1 çalışmaya başlayan sanatçı, ilk yayınlarının ardından, hem sanat sahnesinde hem de içinde bulunduğu topluluk içerisinde ön plana çıkmaya başlar. Bir arkadaşının annesi olan fotoğrafçı Helga Paris’in mentörlüğünde kariyerine devam eden Sven Marquardt, ‘80’lerin ortasında Doğu Almanya’nın sonradan unutulan efsanevi moda ve kültür dergisi “Sibylle” ile de çalışır. Dergi, Sven Marquardt’tan önceki dönemde oldukça önemli fotoğrafçılarla çalışmıştır: DIREKT grubu ile fotoğraf ajansı “Ostkreuz”un2 kurucularından Sibylle Bergemann ve eşi Arno Fischer; Doğu Almanya’nın ilk moda fotoğrafçılarından Roger Melis ve Alman moda fotoğrafçılığına önemli ölçüde yön veren Günter Rössler dergi ile çalışmış önemli isimlerden sadece birkaç tanesidir.
Fotoğraflarının en dikkat çekici yanı, sübjelerinin ve genel kompozisyonların doğallıkları, dramatik ifadeleri ve bütün bir kareden yayılıp izleyenlerin zihinlerinde yankılanan melankolik haldi. Fotoğraflarındaki doğallığı bir çok sebebe bağlayabiliriz: Her şeyden önce o insanlar model değildi, onlar Marquardt’ın hayatı paylaştığı insanlardı. Tıpkı Nan Goldin gibi o da etrafındaki insanları fotoğrafladı. Goldin bunu çoğunlukla renkli filmlerle yaparken, Marquardt siyah-beyaz filmler kullanıyordu. Kontrastlı fotoğraflarını -flash dahil- hiç bir yapay ışık kullanmadan çekiyordu. Yüksek kontrastın bir sebebi de kullanmak durumunda olduğu hızlı filmler olsa gerek.
Sven Marquardt fotoğraflarının bir mevsimi olsaydı bu kesinlikte sonbahar olurdu. Bu melankoli sadece Doğu Almanya’ya ait bir ruh halinin yansıması değildir. Almanya’nın birleşmesinin ardından çektiği fotoğraflar da sonbahara aittir. Yine Peter Craven ile yaptığı söyleşide Marquardt, “Melankolinin bir biçim ve aynı zamanda olaylara farklı bakma fırsatı olduğunu düşünüyorum.” der ve devam eder: “Bazen kendinizi melankoliye kaptırmanın gerçekten hoş bir duygu olabileceğini düşünüyorum.”
’90’lar: Hem Berlin Hem Marquardt Değişiyor
9 Kasım ’89’da Duvar’ın yıkılmaya başlamasının ve Almanya’nın tekrar birleşmesinin ardından birçokları gibi, Marquardt da kaosu yaşar; kapanan iş yerleri, kimlik kaybı, sosyo-kültürel değişimler, ekonomik sorunlar… Tıpkı başka bir dönüşümü yaşayan Japon fotoğrafçı Daido Moriyama’nın yaptığı gibi, tüm bu geçişten ve dönüşümden etkilenen Sven Marquardt uzun bir süre fotoğraf çekmeyi bırakır. ‘90’ların başına denk gelen bu dönem aynı zamanda Berlin elektronik müzik sahnesinin doğumunun da başlangıcıdır.
Para kazanmak için DJ olan kardeşi Oliver’ın3 -çoğunlukla işgal evlerinde ya da depolarda illegal olarak gerçekleşen- partilerinde kapıda -kendi tabiri ile- “küratörlük” yapmaya başlayarak geçiş yaptığı gece hayatı başka bir kariyerin başlangıcı olur: 2000’lerde Berghain’a dönüşecek olan efsanevi kulüp Ostgut onu bambaşka bir kültürde ikon olacak konuma getirir.
Max Dax ile yaptığı söyleşi de “Fotoğraf çekebilmem için kendimi hissetmem gerekiyor.” diyen sanatçı, ’96’da tekrar fotoğraf çekmeye başlar. Marquardt, şehrin ve zamanın ruhunu yakalamak için yine tam olarak olması gereken yerdedir: “Sanırım 1996’da kendimi yeniden hissettim ve bu sayede dünya ile aramdaki ilişkiyi yeniden kurabildim.”
2000’ler: İki Almanya’nın da Şahidi Uluslarası Sahnede
Ostgut’un Berghain olmadan önce kapalı olduğunu dönemde fotoğrafçılığa geri dönen sanatçı, bu tarihten sonra tarzını keskin biçimde gösterdiği çoğunluğu siyah-beyaz fotoğraflarını hem Levi’s, Hugo Boss, Baldessarini, Liebeskind Berlin, ITEM m6, G-Star RAW gibi markalar için hem de kişisel projeleri için kullanmaya devam etti.
1984-2009 arasındaki çalışmalarının bir seçkisi olan ilk fotoğraf kitabı “Zukünftig Vergangen” 2010’da; “Heiland” 2011’de, “Wild Verschlossen” ise 2015’te yayınlanır. Henüz İngilizce edisyonu bulunmayan “Die Nacht ist Leben: Autobiographie” isimli bir de otobiyografi kitabı olan Sven Marquardt’ın, son olarak Esther Perbandt ve Nicholas Mockridge iş birliğindeki projeleri “Fleischmann” kitap olarak basıldı. Kitabın odağı, İstanbul’daki serginin afişinde de gördüğümüz, Yeni Alman Sineması’nın en önemli yönetmeni Rainer Werner Fassbinder’in oyuncu grubundan tanıyacağınız Volker Spengler’di. Daha önce, 2007 yılında, Berghain’dan iş arkadaşı Viron Erol Vert ile hazırladıkları “13 Monde” sergisiyle Rainer Werner Fassbinder’e ve onun filmi “In einem Jahr mit 13 Monden”e saygı duruşunda bulunan Sven Marquardt’ın yolu bu kez, filmindeki rolü ile uluslararası sahneden tanınan Spengler ile kesişmişti.
Marquardt, uzun süredir olduğu gibi birçok ülkede açılan sergilerinin yanında iş birliklerine de devam ediyor. Görebildiğimiz kadarıyla, “NACHTBLENDE”nin lansman gecesi, Marquardt, Lars Murasch ve Marcel Dettmann ortaklığıyla gerçekleşen görsel-işitsel deneyim SLIDE’a da ev sahipliği yaptı. Daha önce, yine Goethe-Institut iş birliğiyle dünyanın pek çok noktasında sergilenen 2017 tarihli “Black Box” isimli ortak enstalasyon projeleri için bir araya gelen Marquardt ve Dettmann, C/O Berlin’deki “No Photos on the Dance Floor! Berlin 1989___Today” sergisi için de beraberdi. Fotoğraf çalışmalarına ve üretmeye aralıksız olarak devam eden Sven Marquardt, bir yandan Ostkruez Schule’de okutman olarak ve 2019 yılında Floransa’daki Uluslararası Moda Tasarımı ve Pazarlama Enstitüsü Polimoda’da misafir olarak olarak ders vermiştir.
#NACHTBLENDE
- Deutsche Film-Aktiengesellschaft, Doğu Almanya’nın (ya da Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin) film tekeline sahip olan devlet şirketi. ↩︎
- Ostkreuz – Agentur der Fotografen ↩︎
- Oliver Marquardt, ya da daha çok bilinen sahne ismiyle DJ Jauche. Hem partileri hem prodüktör ve DJ olarak ’90’ların Berlin sahnesinde önemli figürlerinden biri haline geldi. ↩︎